Tuesday, December 22, 2009

Kitaplık

Dedem Aziz Nesini çok severdi. Evindeki kitaplıkta sıra sıra Aziz Nesin'ler var. Son zamanlarında da Aziz Nesin okutturmuştu başucunda. O kara mizah, tam dedemliktir.

Dedemin kitaplığında, 20-25 ciltlik, bir amerikan ansiklopedisi dizisi var. Alttaki gibi. Dedem mesela 'Literature' kelimesinin 'TAM OLARAK ne anlam ifade ettiğini' mi merak etti? Açardı bu ansiklopediyi, okurdu alırdı bilgisini, sonra bize satmak üzere uygun fırsatı beklerdi :)


Dedemin kitaplığında, yedekte tuttuğu rakısı vardı. Onun yakınlarında, yine alt bölmelerde KOCAMAAAN bir plak vardı (buraya ekliicem fotoğrafını).

Meslekte 50. Yıl Plaketi

Bir gün annem dedi ki, E.Ü. Ziraat Fakültesi, meslekte 50. yılı dolanlara plaket verecekmiş, dedemi de çağırmışlar. Ama o gün annemin işi varmış, bana 'sen eşlik eder misin dedene' dedi, ben de tabi dedim doğal olarak, neden demeyeyim ki? :)
Dedem o aralar evden çok uzaklaşmıyor, fakat bahçe işleriyle uğraşabiliyordu, yine vardı gücü. Bahçe girişine yakınlaştığımda camekandan dedemi gördüm. Jilet gibi giyinmişti. Yanlış hatırlamıyorsam gri takımını giymişti. Kasket + bastonu da yanındaydı. Dedem oraya kadar yürüyemeyeceği ve sanırım taksi tutması davetli bir kişi olduğu için uygun olmayacağı için, ona araba yollamışlardı. Araba geldi dedemin evinin önünde durdu. Bindik arkaya. Dedem, kasket kafasında, boyu uzun olduğu için bacakları bükük ve dizleri yüksekte, iki bacağının arasına koyduğu bastonunu, her zamanki gibi kaldırıp çevirip bırakıyor, kaldırıp çevirip bırakıyor. Ufak çevirmelerden bahsediyorum. Bilen anlayacaktır, tarif edemedim. Bastonu her kaldırışında 270 derecelik bir açı ile döndürüp bırakıyordu kısaca. Ziraat Fakültesinin konferans salonuna geldik, yerimizi aldık. Yerimizi alırken, dedemi tanıyan insanlar tek tek dedeme selam verdi, dedem onlarla kaynattı. Keşke diyorum, fotoğraf makinemi alsaymışım.
Dedem kürsüye üçüncü ya da dördüncü çağırıldı sanırım, ondan önce çıkan ve plaket alan insanlar çok sıkıcıydı, fakat dedem kürsüde iki fıkra anlatıp milleti kırıp geçirdikten sonra aşağı indi. O fıkraları keşke şimdi hatırlasaydım :) ama hatırladıklarımı buraya yazacağım.

Saturday, December 19, 2009

18 Aralık 2009 Cuma Saat 17:30~

Dedem vefat etti.

Friday, November 20, 2009

Dedem ve ben

Ben çocukken dedem benim için dünyanın en 'cool' insanıydı. İlkokuldayken dersler bittiğinde ordan direkt dedemin evine yürürdüm. Dedem en sevdiğim yemekleri yapar, bana yeni şeyler öğretir, yeteneklerimi keşfetmem için abuk subuk görevler verir, komik icatlarıyla beni eğlendirirdi.

Dedemin yaptığı (benim de afiyetle yediğim) 3 şey vardı. Bir çocuk ne ister? bir yemeği seviyorsa obsesif gibi sürekli onu yemek ister, istemez mi? Baba ne yapar?
"Yeme" der, "bunlar şöyle besin böyle besin, alerjilerin bundan oluyor" der geçer. Benim dedem ne yapar? 1 paket sosisi pişirir, üstüne bol bol ketçap sıkar önüne koyar. Heyt be dede! Babamdan ve onun sağlık öğütlerinden kaçıp az sığınmadım sana! Sonra o acayip eski model ızgaranda methodlu methodlu yaptığın ekmek üstü erimiş peynirler. Hayatımda tattığım en süper lezzetler arasındadır. Ve son olarak "kuskus". Bana ilk kuskus dediğinde "ıyyy" demiştim. Sonra nasıl da tabak tabak kuskus yemiştim! hem de ketçap döke döke!

Yine bir gün, okuldan dedeme gitmişim, dedem de beni bekliyor, bir de ne göreyim! iki tane yaylı yatak, salonun ortasına çıkarılmış, ve benim üzerlerinde yorgunluktan düşene kadar zıplamamı bekliyorlar! of be dede. Beni beklerken oturup düşünmüş "ne yapsam da yapsam bugün Zeynep'e" diye. Dede seni seviyorum. Bir sehpası vardı tekerlekli, onun üstüne oturup kaymayı çok severdim ama sehpa plastikti, o nedenle biraz tehlikeli bir iş yapıyordum. Zihni sinir dedem bana üzerinde çivi çakmayı öğrettiği (ve üzerinde çivilerden balık derisi gibi yüzey yarattığım) bir kütüğün altına 2 tahta çaktı, 3 de tekerlek monte etti. bir de sopa, ve gidonumsu bir sopa daha. uff çizmeliyim bunu..
işte üstteki gibi bir şey. bununla o taş zeminde nası mutlu kayardım. Bacaklarımı yanlara koyup hızlanır, sonra ayaklarımı o arkaya doğru olan iki tahta çıkıntıya dayar, vıjjjjt diye kayardım. vay be dede.

Dedem ufak ve işe yaramayı bekleyen elektronik eşyaları parçalattırır, sonra tekrar birleştirmemi isterdi. Çivi çakmayı, çaktığım çiviyi çıkarmayı, baltayla hurma ağacı budamayı, begonvil budamayı o öğretti. Bisiklete binmeyi dedemin evinin içinde öğrendim. Abimin ufak bisikletine biner, dengemi kapı girişinden salonun en uzak köşesine gidene kadar sağlamaya çalışırdım. Bir iki gün geçti sanırım, iki tekerlek üstünde dengede durmayı öğrendim. Sonra dedem elimden tuttu, taa merkeze kadar yürüdük. Vaktinde yürürdük be dede, elele tutuşup şok markete giderdik, torbaları eve taşırdık dede. sen süet ayakkabılarını giyer, bastonunu yanına alırdın, tintintin giderdik. Sosis alırdık, kuskus alırdık. O gün de Bornova merkeze kadar yürüdük. Bir bisikletçiye girdik ve bana ilk (ve son) bisikletimi aldın dede. Pembe bianchi kız bisikleti. Koca koca tekerlekleri vardı ve süperdi. Sonra onu tutarak bisikletin yanında yürümeyi öğrettin. Nihayetinde yine yürüyerek geri dönüyorduk. Vay be dede. Neler yaptık seninle.

Ben şimdi büyüdüm. Dedem benim için hala dünyanın en 'cool' insanı. Çünkü dedem gibi dede yok ki.

Başlangıç

Ben dedemi çok seviyorum, ve onu çok özledim. O şimdi Balıkesir'de, tüy kadar hafif bir şekilde, kuzenimin yatağında yatıyor. Belki uyuyor, büyük ihtimalle öksürüyor. Teyzem ona bakıyor. Annem haftasonları Balıkesire gidiyor. Ben de bazen onunla beraber, dedemi görmeye gidiyorum.

Dedemle ilgili, onunla yaşadığım, onun bize anlattığı bir sürü anı var aklımda. Onları buraya yazacağım. Yalnız yalnız oturduğum zamanlarda, dedemi düşünüp ağlarken, bari bunları buraya yazayım dedim.