Friday, April 20, 2012

Bozuk para cüzdanı, kanarya, ok ve yay

1. Dedeme 'dede paraaa' dediğimde, bozuk para cüzdanını açıp bana uzatırdı. İçinden ihtiyacım olan parayı alacağıma olan güveni tamdı. Şok markete gittiğimiz günlerde kasiyerlere de böyle yaptığını görmüştüm. Annemlere de yapıyordu muhtemelen. Bozuk para cüzdanını açarak uzatması. 2. Dedem takkesini (bere) taktığı zaman, kanaryası çok korkarmış. 3. Dedem bize ok+yay yapardı. Bir dal alır, düzleştirir, iki ucu arasına ip gererdi. Diğer dala da ok muamelesi yapıp, gerdirip fırlatırdık.

Monday, December 20, 2010

Dedem lokma yemeyi severdi.



Süt dolu kaseye bisküvi atıp kaşıkla yemeyi de severdi.

Saturday, December 18, 2010







Dedem bize elveda diyeli 1 sene oldu.


Bugün dedemin anısına rakı içeceğiz :)




"O akşamdan beri hep düşündüm niye dansetmedik diye"

Ama dedemin neyden bahsettiğini hatırlamıyoruz.

Friday, November 26, 2010

"Ziyanı yok."

"Ziyanı yok." dedemin lafıydı. "aaa dede şöle oldu böle oldu falan fistan oldu", "ziyanı yok"
Hem de çok karakteristik bi tonlaması vardı bunu söylerken.

Thursday, September 9, 2010

Dedemi gördüm (çok kişisel bir post)

Rüyamda. Bayramın (ramazan) ilk gününe girdiğimiz gece hem de.
Yollara düşüp sokaklarda yollarda gördüğüm yaşlı adamları dedeme benzetiyorum, (dedemin iki dirhem bir çeki giyindiği hali, gömlek+pantolon+ceket+kravat+kasket+baston) dedem başka yere bakarak gülümsüyor (fotoğraflardan birindeki pozunu görmüşüm aslında rüyamda), koşarak yanına gidiyorum suratı başka bir adama değişiyor. Sonra diyorum ki, "Dedem öldü bunları sadece dedene benzetiyorum!". Sonra yine birini görüp dedeme benzetip ona koşuyorum.


Baya bi yürüdüm yolda "Dede! Dede!" diye bağırarak.
Dedemsiz ilk bayram.

Saturday, August 21, 2010

dedemin sevdikleri (baya karışık sırada. sonra düzeltirim)

Orson Welles (I know what it is to be young)
Nana Muscori
Doris Day
Rita Hayworth
Danny Kaye
Louis Armstrong
Frank Sinatra
Esther Williams
Dean Martin
Nat King Cole
Greta Garbo
Cahide Sonku

Sunday, July 18, 2010

Dedem dermiş ki;

"Never trouble trouble, until trouble troubles you."

Kendi lafı değil tabi, ama biz ilk ondan duyduk :)

Thursday, July 15, 2010

Çekirgeler

Az önce odama bir çekirge girdi, haliyle çığlık attım. Dedem bana "Entomolog torunlarının yüz karasısın" derdi hehehe, böceklerden inanılmaz korkuyorum.

Neyse, Keremi çağırdım ben de, dedem kereme çekirge yakalamasını öğretmişti. Kerem çekirgeye teknik taktik uygularken, aklıma dedem geldi benim de. Dedeee hayatımızı kolaylaştırıyorsun hala :)

Tuesday, July 6, 2010


Şu filmlerde, göçmenlerin gemiyle New York'a yaklaşırken önce Özgürlük Heykelini farketme klasiği. Dedem yaşamış onu.

"Senin deden çok cool'du çocum." (tabi ki sağdaki)

Friday, June 11, 2010

Annemin evine her gidişimde, ortalıktaki fotoğraf çerçevelerinin içinden bakan dedemi görmek çok saçma geliyor hala. "Ne alaka canım? Neden görüşmemiz imkansız artık?" düşünceleri geçiyor içimden.

Dedem & Şeker



Monday, May 17, 2010

Dedem, ben ve Sigara

Dedemin gözlerinde katarakt tarzı oluşumların biraz ilerlediği zamanlardı, ben üniversite 1. sınıfı bitirmişim. Yaz mevsimindeyiz. Sanırım 2003 sene. Dedem gözündeki rahatsızlığı şöyle anlatıyordu;
"Sana dosdoğru bakarken senin ancak gözünün açık ya da kapalı olduğunu görebiliyorum, daha iyi görebilmek için başka bir yere odaklanmam ve yandan bakmam gerekiyor."
Misal cep telefonumdan mesaj mı çekiyorum, bana değil de biraz soluma bakarak görüyordu bunu.

Bir akşam yine bir sebepten dedeme gittim. Annem üst kattaydı, benim de yanımda sigara pakedi, cüzdan, cep telefonu ve anahtarlık var. Çanta kullanmadığım için hepsi elimde.
- bu arada antiparantez yıl 2010 ve 3 senedir sigara içmiyorum -
Annemi bir görüp dedeme geri inecektim. Dedemin kapısını çaldım ve elimdekileri dedeme verdim. Dedem tabi ki sigara içtiğimi bilmiyordu. Ben de gözü nasıl olsa tam görmüyo ben bu işten yırtarım diye hinlik ederek elimde ne varsa dedeme verdim ve "birazdan gelcem" dedim.
Bir zaman sonra dedemin kapısını tekrar çaldım ve içeri girdim. Dedem televizyon koltuğunda oturuyor. Karşısındaki kanepeye geçtim, ortamızdaki sehpada da benim eşyalarım var, ama üstüste değiller. Böyle yayılmış şekilde duruyorlar.

Torun savsaklığıyla "bişey olmaz yeae" dedim tabi. Dedem de çaktırmadı. Sonra dedeme "öyle oldu şöyle oldu vikvik zikzik" diye anlatırken, dedem "YAK Bİ SİGARA YAAA" dedi. shahahaha!

A-A? dedim çok utandım. Nerden gördün yaaa dedim. "E" dedi "winston pakedine benzettim elindekini. Sonra yakından baktım" dedi. O gün ilk defa karşılıklı sigara yaktık dedemle. :)

Thursday, May 13, 2010

Sunday, May 9, 2010

Thursday, May 6, 2010

"dedişko"

Dedem beni germiş :P


Dedemle inatlaştığımız bir video olmuş bu :)

Belgeci Dede ve Termometre

Dedemin salonunda çift taraflı bir termometre bulunurdu. Hani maksimumu ve minimumu ölçebilmek için, ortada cıva ve iki tane tüp. Dedem sürekli odanın ısısını bu termometreye bakarak ölçerdi.

Dedem o kadar belgeciydi ki, Bir ara 365 günün tablosunu çıkarıp, yağmur yağan günleri işaretleyip, istatistiğini yorumunu yapmıştı.

Tüp olsun, çamaşır deterjanı olsun, üzerine aldığı tarihi yazar ki, bittiği gün kaç ay kullanmış öğrensin, not alsın.

Ev yapımı dondurma

Yoğurda şeker karıştırıp buzlukta dondurup yemeyi dedemden öğrendim.

Tuesday, April 20, 2010

Dedemden mektuplar

Buraya gidip taratabilirsem, dedemin bana yazdığı (daktilo & el yazısı) mektupları koyacağım. Annem de izin verirse anneminkileri de koyacağım tabi ki. hehe çok mükemmel şeyler yazmış çünkü :)

Wednesday, April 7, 2010

Wednesday, March 24, 2010

Monday, March 15, 2010

Hayata gözlerini yummadan haftalar önce

Ben ne zaman dedeme gitsem, dedem kapıyı açtığında çok kısa sakallı yaşlı yanaklarından öperdim önce. Bana bir gün "beni her gördüğünde öpmeni çok seviyorum" demişti. Masasında da benim resmim vardı. İlkokulda çekildiğim fotoğrafı gidip dedeme verince ofis masasına koymuştu ufak bir çerçevenin içinde. Bende de kalp şeklinde bir çerçeve vardı, dedemin o meşhur ekoseli robe de chambre'ıyla oturduğu fotoğrafı kalp şeklinde kesip çerçevelemiştim. Sonra odamın dağınıklığında çerçeve kırılmış fotoğraf da içinden uçuvermişti. Şimdi duvarımdasın dede, senin fotoğraf makinanla çektiğim çok cool pozlarından biri. Bir de Balıkesire birlikte gittiğin şapkan duvarımda asılı.

Dedemi son görüşümden üç dört kez önce, tam biz giderken, dedem beni durdurup "seni seviyorum" dedi. Ben de. dedim. Sonra giderken de ağladım.

Dedem çoğunlukla iyileşmek üzerine odaklıydı. Gün be gün daha çok yatağa hapsolmasına rağmen ayağa kalkmaktan bahsediyordu. Yanında yatarken sadece bir kere "Nolcak bu halim" derken yüzündeki üzüntüyü gördüm, o kadar. Hiç o gerçekten gidecekmiş gibi ciddiyetle konuşamadık ki dedemle. Evde kendimi toparlayıp çalışıp hazırlanıp, bir sonraki gidişimde de ben dedeme "seni seviyorum" dedim. Ufak bi üzüntü gördüm yüzünde sonra geçti.

Bazen boşluğuma geliyor içimden "yeter bu yokluk, artık geri gelsin" düşüncesi geçiyor. Sanki uzakta gezilere gitmiş gibi. eheh. Ya da yüzbinlerden dedem geri gelsin diye imza toplarsam gelirmiş gibi geliyor kısa bi milisaniye boyunca.

neyse böyle işte. keşke dedemle kaçamak kaçamak seni seviyorumlaşmasaydık. bana son bir şeyler deseydi keşke.

Yedik içtik...

Dedem akşam yemeğine gelir, akşam da babam/annem/kerem tarafından arabayla eve bırakılmak üzere ayakkabılarını giymeye oturmadan önce, köy sofrasında "elinize sağlık çok güzel olmuş" denmez, "yedik içtik, davul gibi şiştik!" denir, diyip, aynı cümleyi tekrarlardı. İltifat dediğin böyle olur diye.


"İşte böyle Memedağa"

Dedem derin hikaye havuzundan bir hikayeyi anlatıp bitirince, "yaa, işte böyle memedağa!" derdi. Sonra keyfi gelirse, memedağa'lı hikayeyi de anlatırdı.

Aziz Nesin hikayesinden alıntı olabilir bilmiyorum, hatta hikayenin girişini bile hatırlayamıyorum;
Mehmet ağa'nın karısı ölmüş, köydekiler taziyeye gitmiş, dul bir kadın Mehmet ağanın yanına yanaşıp, "Benim kocam öldüüü, senin karın öldüüü, işte böyle Memedağa!" demiş. Burdaki 'sen bana ben sana bakayım' göndermesini dedemin az önceki cümleyi tonlamasından anlıyorduk.

Saturday, March 6, 2010

Saturday, February 20, 2010

upcoming

  • "işte böyle mehmedağa"
  • "vayeşşolueşşek"
  • dedem ve potluck
  • "o" kitap
  • "just like fishing"
  • 50'lerde türkün alafranga tuvaletle imtihanı :)

"Ritm ve Melodi arasında Harmoni olmalı."

Dedemin yatarak yaşamaya başladığı ilk günlerdi, Mayıs ortası civarı sanırım. Annem aradı, deden iyi değil dedi, gittim. Prostatla ilgili bir mesele, ayrıntı vermeyeceğim. Tabi ki yine doğrulup yürüyordu, ama yatması (dedemin tabiriyle uzun oturmak :) ) daha iyiydi.

Gittim, konuştuk. O gün bana 'Hala heavy metal dinliyor musun?' diye sordu. 'Yok' dedim, 'Yelpazeyi genişlettim dedecim.'.

Başucunda bir radyo olurdu dedemin (kendimi bildim bileli öyledir, uyuyakalabilmek için radyo dinler). 'Müzikte makam olacak' demişti. Sonra türk sanat ve türk halk müziği ve makamlarla ilgili bir şeyler söyledi anlamadım. Sevmemesine rağmen harmonik diye bir şeyler dinliyormuş :)

Dedem derdi hep, ilk okulda ona gidip kral tv, mtv falan izlerken, 'Müzikte ritm ve melodi arasında harmoni olmalı. Harmoni yoksa o müzik değildir.'. Böylece birsürü müziği de yererdi benim dinlediğim :).

Bu cumartesi gecesinde sadece zevk almak için müzik dinlerken dedecim geldi aklıma.

Tuesday, February 16, 2010

Dedemin lafları

Bugün aklıma geldi, "Önemli olan kantite değil, kalitedir." derdi dedem. Lucius Annaeus Seneca adlı bir filozofun lafıymış.

bir de, "dökme akıl" ile "sokma akıl" ın arasındaki farkı anlatırdı.

bunu günümüzde "unsupervised" (dökme) ve "supervised" (sokma) learning şeklinde açıklayabiliriz aslında. birinin kafasına bir bilgiyi kakıyorsan, anca öyle öğreniyorsa ona sokma akıl, adam kendi kendine öğreniyorsa birinin ona bir şey anlatmasına ihtiyaç duymuyorsa buna da dökme akıl deniyormuş. didiciğim benim :)

Annem ekledi:
"dökme akıl biraz da ırsi oluyor anlamı yüklerdi
yani atadan babadan genetik geçiş de var işin içinde
tabii
bu arada kendisine de pay çıkarmış oluyor insan.sizin zekanız üzerinden
dede-anneanne,anne baba salak olursa çocuk sokma akıllı olabülür.ama zekilerse büyükihtimalle dökme akıllıdır.ve atasımutlu ve gururlu olur"

Monday, February 15, 2010

*şık*



Dedemin hayatın bir parmak şıklatması kadar hızlı geçtiğini defalarca kez anlatışını hatırlıyorum. Elini kaldırır, şıklatırdı. *şık* "... ve işte burdayım, nasıl geçtiğini anlamadım bile hayatın." derdi. Kendimi bazen (ilk)okul'dan çıkıp dedesine gidip ketçaplı sosis yiyen salak bi kızken, şimdi eşşek kadar biri olarak görünce ben de aynen öyle afallıyorum. Sonra da "I know what it is to be young, but you don't know what it is to be old." derdi. Bir parmak şıklatmasına bakıyor dedecim bi sn yaşlanıyorum :) .

Wednesday, January 27, 2010

40

40 gün olmuş.

Monday, January 25, 2010

Dedemin Evliya Çelebi Hikayesi


Babam sağolsun, 1.mart.1997 tarihli bir videoda, dedemin bu hikayesini kameraya almış.


Ben Evliya Çelebi'nin seyahatnamesini okumadım. Fakat, lisedeyken, bizim öğretmenimiz şöyle anlatmıştı; "Evliya çelebi, bir akşam yattığı zaman rüyasında peygamberimizi görmüş ve (peygamberimiz) ona dile benden ne dilersen demiş, bizim Çelebi de, 'Şefaat ya resulallah" diyeceğine "Seyahat ya resulallah" demiş ve ömrü boyunca gezmiş. İmparatorluğun en geniş olduğu zamanlarda [...] bütün Anadolu'yu karış karış geziyor. Bir köye girerken, eskiden tüm mezarlıklar köyün hemen bitişiğinde olurdu, o mezar taşlarında şu yazıyı görüyor "Ahmet oğlu Mehmet 80 yaşında öldü, 5 gün yaşadı, Hasan oğlu Hüseyin 60 yaşında öldü 10 gün yaşadı. Yani şu kadar yaşı ile yaşadığı gün arasında bir bağlantı orantı yok. Köy kahvesine gidince, 'Erenler' diyor, 'Nedir bu işin aslı?', yani 60 yaşında ölüyor 10 gün aşıyor, 70 yaşında ölüyor 5 gün yaşıyor, hepsi gülüyorlar diyorlar ki, 'Sen şu kadar yaşına gelmişsin fakat bu yaşadığın günler içerisinde bugünüm çok iyi geçti dediğin günler bizce yaşanmış günlerdir'." Ben de bugünüm çok iyi geçti diye 1 gün yaşanmış günlerime ilave ediyorum, teşekkürler.


Sonra dedem 75. doğum günü pastasını üflüyor.

31 12 1994 gecesi dedem konuşuyor.

Efenim, bundan bir kaç bin yıl önce, bilmiyorum kaç bin yıl önce, Sokrat denilen bir adam, ev yaptırmış. Fakat, ev o kadar küçük imiş ki, her gelen yeni misafir, "Yau Sokrat" demişler, "Bu kadar küçük ev yapılır mı?". "Gerçek dostlar için yeterli" demiş. Şimdi görüyorum ki, bu salon gerçek dostları alabilecek kadar bir salon, ve bu gerçek dostlara biraz daha ilave yapmak mümkün tabi. Burası nüve oluyor, ama bunun dışında daha da ilave edilebilir. Şimdi, bu münasebetle, davetimi kabul ederek, geldiğiniz için, hepinize çok teşekkür ederim, ve, ve, bu güzel yemekleri yapan Fatma hanıma, Ayşe hanıma, Gül hanıma, çok teşekkür ediyorum. Ve hepinizin yeni yılının sağlıklı, başarılı ve paralı olmasını diliyorum. (alkışlar) Sağlığınıza kaldırıyorum. (rakı kadehini kaldırıyor) Teşekkür ederim.
Hikaye doğru mu bilemedim araştırdım da...

:)

Dedemin evinin arka bahçesinde mangal keyfi yapılıyor.









Saturday, January 23, 2010

Dedemin bana aldığı bisiklet.

Bu bisikletle akşam hava kararana kadar gezerdim. Sonra bir gün 1 tur daha atayım dedim, dedemin evinin önünden geçerken, dedem ayaklanmış balkondan içeri giriyordu. Sırtı bana dönüktü ben de "bi tur daha" diyip uzadım. Meğersem annemi aramaya gidiyormuş, saat kaç oldu, bu kız hala gelmedi demeye. Sonra geldim, bir güzel fırça çekti bana!
Dedem bana az kızardı, ama kızınca da korkunç olurdu. Ben daha ufakken, dedemin 'mesela'larına takmış, her 'mesela' deyişinde yırtık dondan çıkıp "mesela değil, örneğin!" diye atlardım. E dedemin keyifli hikayelerinin ortasına limonu sıkardım. Bir gün bi kızdııı, korktumdu! Ben yine onu düzeltmeye devam etmiştim tabi, ama daha az sinir bozucu şekilde!

Bazen annem derdi ki, "akşam dedeniz gelecek". O akşam eve geldiğimde, dedem mutfakta annem yemek yaparken annemi lafa tutuyor olurdu. Sigarasını tüttürürken, annemle konuşurlardı. Sonra eve başka birileri (diğer misafirler veya biz) de geldi mi, salona geçer, salondakilerle konuşurdu. Sonra sofra hazır olunca da, duvar tarafında en köşeye otururdu.

Biri ne zaman bir video kamera çıkarsa, dedem "ses de kaydediyo mu?" derdi. Eh onun zamanında video çeken kameralar ses kaydetmiyordu neticede, bizim elimizdekilerin de kocaman mikrofonları olmadığına göre, sorup kontrol ediyordu.
"He dede evet" diince de, tarih atardı genelde. "Bugün 25 Ocak 2020." mesela. Sonra da bulunduğumuz yeri söylerdi. E bende o görüntüler var galiba. Du bakim.

Dia Dede!

daktilodan html'e.

1922 yılında URLA'da doğdu. İlk öğrenimini Urla'da, orta öğrenimini İZMİR'de tamamladı. 1940 yılında ANKARA YÜKSEK ZİRAAT ENSTİTÜLERİ ZİRAAT FAKÜLTESİ'ne girdi. Fakülte öğrenimi sırasında önce kendi sınıfında bulunan bir kıza, sonra da ENTOMOLOJİ'ye aşık oldu.
1944 yılında İZMİR-MERSİNLİ SÜS NEBATLARI FİDANLIĞI'na tayin edildi. Askerlikten sonra 1947 yılında İZMİR-BORNOVA ZİRAİ MÜCADELE İSTASYONU'nda çalışmak üzere görevlendirildi. Emekli olmadan önce son dört yıl özel sektörde çalıştı.
Hüseyin Türkmenoğlu, zirai mücadele alanında, Türkiye'de ilk defa yayınlanan MAHSUL HEKİMİ dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yaptı. 1950 yılında Amerika Birleşik Devletlerine, 1960 yılında İngiltereye gönderildi.
Enstitü bünyesinde mevcut BAĞ ZARARLILARI ve GENEL ZARARLILAR laboratuvarlarını yönetti, BİYOLOJİK MÜCADELE laboratuvarının temelini attı.
Polyphylla sp.'nin biyoloji ve mücadelesi üzerine araştırma yaparken, teşhis için gönderdiği zararlıya Polyphylla türkmenoglui, Petr. adı verildi. Bazı teknik bültenlere ve çiftçi broşürlerine imzasını attı.
Hüseyin Türkmenoğlu bu günlerde, Bornova'da, çocukları ve torunlarıyla emekliliğin tadını çıkarmaktadır.


------------

NOT: Yukarıdaki biyografi, Tarımsal Eğitimin 148. yıldönümünü kutlamak amacıyla düzenlenen toplantıda okunmak maksadiyle istek üzerine hazırlanmıştır.
Hüseyin Türkmenoğlu
İZMİR: 10 Ekim 1994

Thursday, January 21, 2010

dedemle ilgili... GERÇEKLER pt1


Bugün anamın eczanesine gittim. Konu dedeme geldi tabii... Kendisinin fakültede eskrim oynadığını DAHA BUGÜN ÖĞRENDİM. hahaha. Keşke daha önce öğrenseydim de, dedemi artis olmakla suçlasaydım gülseydik. Sonra bunu düşününce gözlerim doldu. Üniversitede spor seçilirmiş, dedem de eskrim seçmiş. Siyah beyaz fotoğrafları var, üzerinde eskrim kıyafeti, kolunun altında o acaip maskeden. allaam. ben de istiyorum!

Neyse, bir sürü fotoğrafım da var artık. Bir tanesini koyayım;


Tuesday, December 22, 2009

Kitaplık

Dedem Aziz Nesini çok severdi. Evindeki kitaplıkta sıra sıra Aziz Nesin'ler var. Son zamanlarında da Aziz Nesin okutturmuştu başucunda. O kara mizah, tam dedemliktir.

Dedemin kitaplığında, 20-25 ciltlik, bir amerikan ansiklopedisi dizisi var. Alttaki gibi. Dedem mesela 'Literature' kelimesinin 'TAM OLARAK ne anlam ifade ettiğini' mi merak etti? Açardı bu ansiklopediyi, okurdu alırdı bilgisini, sonra bize satmak üzere uygun fırsatı beklerdi :)


Dedemin kitaplığında, yedekte tuttuğu rakısı vardı. Onun yakınlarında, yine alt bölmelerde KOCAMAAAN bir plak vardı (buraya ekliicem fotoğrafını).

Meslekte 50. Yıl Plaketi

Bir gün annem dedi ki, E.Ü. Ziraat Fakültesi, meslekte 50. yılı dolanlara plaket verecekmiş, dedemi de çağırmışlar. Ama o gün annemin işi varmış, bana 'sen eşlik eder misin dedene' dedi, ben de tabi dedim doğal olarak, neden demeyeyim ki? :)
Dedem o aralar evden çok uzaklaşmıyor, fakat bahçe işleriyle uğraşabiliyordu, yine vardı gücü. Bahçe girişine yakınlaştığımda camekandan dedemi gördüm. Jilet gibi giyinmişti. Yanlış hatırlamıyorsam gri takımını giymişti. Kasket + bastonu da yanındaydı. Dedem oraya kadar yürüyemeyeceği ve sanırım taksi tutması davetli bir kişi olduğu için uygun olmayacağı için, ona araba yollamışlardı. Araba geldi dedemin evinin önünde durdu. Bindik arkaya. Dedem, kasket kafasında, boyu uzun olduğu için bacakları bükük ve dizleri yüksekte, iki bacağının arasına koyduğu bastonunu, her zamanki gibi kaldırıp çevirip bırakıyor, kaldırıp çevirip bırakıyor. Ufak çevirmelerden bahsediyorum. Bilen anlayacaktır, tarif edemedim. Bastonu her kaldırışında 270 derecelik bir açı ile döndürüp bırakıyordu kısaca. Ziraat Fakültesinin konferans salonuna geldik, yerimizi aldık. Yerimizi alırken, dedemi tanıyan insanlar tek tek dedeme selam verdi, dedem onlarla kaynattı. Keşke diyorum, fotoğraf makinemi alsaymışım.
Dedem kürsüye üçüncü ya da dördüncü çağırıldı sanırım, ondan önce çıkan ve plaket alan insanlar çok sıkıcıydı, fakat dedem kürsüde iki fıkra anlatıp milleti kırıp geçirdikten sonra aşağı indi. O fıkraları keşke şimdi hatırlasaydım :) ama hatırladıklarımı buraya yazacağım.

Saturday, December 19, 2009

18 Aralık 2009 Cuma Saat 17:30~

Dedem vefat etti.

Friday, November 20, 2009

Dedem ve ben

Ben çocukken dedem benim için dünyanın en 'cool' insanıydı. İlkokuldayken dersler bittiğinde ordan direkt dedemin evine yürürdüm. Dedem en sevdiğim yemekleri yapar, bana yeni şeyler öğretir, yeteneklerimi keşfetmem için abuk subuk görevler verir, komik icatlarıyla beni eğlendirirdi.

Dedemin yaptığı (benim de afiyetle yediğim) 3 şey vardı. Bir çocuk ne ister? bir yemeği seviyorsa obsesif gibi sürekli onu yemek ister, istemez mi? Baba ne yapar?
"Yeme" der, "bunlar şöyle besin böyle besin, alerjilerin bundan oluyor" der geçer. Benim dedem ne yapar? 1 paket sosisi pişirir, üstüne bol bol ketçap sıkar önüne koyar. Heyt be dede! Babamdan ve onun sağlık öğütlerinden kaçıp az sığınmadım sana! Sonra o acayip eski model ızgaranda methodlu methodlu yaptığın ekmek üstü erimiş peynirler. Hayatımda tattığım en süper lezzetler arasındadır. Ve son olarak "kuskus". Bana ilk kuskus dediğinde "ıyyy" demiştim. Sonra nasıl da tabak tabak kuskus yemiştim! hem de ketçap döke döke!

Yine bir gün, okuldan dedeme gitmişim, dedem de beni bekliyor, bir de ne göreyim! iki tane yaylı yatak, salonun ortasına çıkarılmış, ve benim üzerlerinde yorgunluktan düşene kadar zıplamamı bekliyorlar! of be dede. Beni beklerken oturup düşünmüş "ne yapsam da yapsam bugün Zeynep'e" diye. Dede seni seviyorum. Bir sehpası vardı tekerlekli, onun üstüne oturup kaymayı çok severdim ama sehpa plastikti, o nedenle biraz tehlikeli bir iş yapıyordum. Zihni sinir dedem bana üzerinde çivi çakmayı öğrettiği (ve üzerinde çivilerden balık derisi gibi yüzey yarattığım) bir kütüğün altına 2 tahta çaktı, 3 de tekerlek monte etti. bir de sopa, ve gidonumsu bir sopa daha. uff çizmeliyim bunu..
işte üstteki gibi bir şey. bununla o taş zeminde nası mutlu kayardım. Bacaklarımı yanlara koyup hızlanır, sonra ayaklarımı o arkaya doğru olan iki tahta çıkıntıya dayar, vıjjjjt diye kayardım. vay be dede.

Dedem ufak ve işe yaramayı bekleyen elektronik eşyaları parçalattırır, sonra tekrar birleştirmemi isterdi. Çivi çakmayı, çaktığım çiviyi çıkarmayı, baltayla hurma ağacı budamayı, begonvil budamayı o öğretti. Bisiklete binmeyi dedemin evinin içinde öğrendim. Abimin ufak bisikletine biner, dengemi kapı girişinden salonun en uzak köşesine gidene kadar sağlamaya çalışırdım. Bir iki gün geçti sanırım, iki tekerlek üstünde dengede durmayı öğrendim. Sonra dedem elimden tuttu, taa merkeze kadar yürüdük. Vaktinde yürürdük be dede, elele tutuşup şok markete giderdik, torbaları eve taşırdık dede. sen süet ayakkabılarını giyer, bastonunu yanına alırdın, tintintin giderdik. Sosis alırdık, kuskus alırdık. O gün de Bornova merkeze kadar yürüdük. Bir bisikletçiye girdik ve bana ilk (ve son) bisikletimi aldın dede. Pembe bianchi kız bisikleti. Koca koca tekerlekleri vardı ve süperdi. Sonra onu tutarak bisikletin yanında yürümeyi öğrettin. Nihayetinde yine yürüyerek geri dönüyorduk. Vay be dede. Neler yaptık seninle.

Ben şimdi büyüdüm. Dedem benim için hala dünyanın en 'cool' insanı. Çünkü dedem gibi dede yok ki.

Başlangıç

Ben dedemi çok seviyorum, ve onu çok özledim. O şimdi Balıkesir'de, tüy kadar hafif bir şekilde, kuzenimin yatağında yatıyor. Belki uyuyor, büyük ihtimalle öksürüyor. Teyzem ona bakıyor. Annem haftasonları Balıkesire gidiyor. Ben de bazen onunla beraber, dedemi görmeye gidiyorum.

Dedemle ilgili, onunla yaşadığım, onun bize anlattığı bir sürü anı var aklımda. Onları buraya yazacağım. Yalnız yalnız oturduğum zamanlarda, dedemi düşünüp ağlarken, bari bunları buraya yazayım dedim.